26 Nisan 2017

Kitap, Yönetenlerin Korkulu Rüyası

insanbu.com, 26.04.2017 
Ahmet Arpad
10 Mayıs 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir. O akşam başlayan 'Kitap Yakma' girişimi hemen tüm ülkeye sıçradı. Üç hafta içinde Almanya'da yüz binlerce kitap yok edildi.

1 Eylül 1939 günü Almanya topraklarından çıkan büyük savaş sadece onlarca milyon insana kıymadı, Nazi ideolojisinin arkasındaki faşist görüşle bir 'düşünce kıyımı'nı da gerçekleştirdi! 1933-1945 arasında 'öldürülen' Alman edebiyatının savaş sonrasında pek kolay kendine gelememesinin, bir daha da eski ününe kavuşamamasının nedenlerinden biri de Nazi Almanyası'ndaki bu 'düşünce kıyımı'dır. Kitap; diktatörlerin, baskı yönetimlerinin korkulu rüyası, örümcekli kafalar için karabasanların en korkuncudur. Çünkü kitap; bütün işkencelerden, zindanlardan, her türlü silahtan daha güçlüdür.

İnsanlık tarihinde kitaptan, yazılıp çizilenden nefret eden, onları yasaklayan, yakan çarpık politika önderleri hep görülmüştür. Bunlardan 'en ünlüsü' de, insanlığın bundan tam altmış yıl önce kurtulduğu Hitler'di! Yirminci yüzyılın en ünlü antifaşist ve antimilitarist yazarı Erich Maria Remarque'ın üne kavuştuğu 1928-1931 yıllar, Almanya'nın toplum yapısında tedirginliklerin iyiden iyiye arttığı bir dönemdir. Remarque adının ve romanlarının ülkede olağanüstü ilgiyle karşılaşmasında toplumdaki tedirginliğin payı çoktur. 1933'lerin kahverengi gömlekli iktidarı Naziler, Remarque'ın yanı sıra daha birçok yazarın eserini de kendilerine engel görmeye başlamıştı. Özellikle genç yaşta ünlenmiş olan Remarque, yüzyıllardır Cermen efsaneleri ve masalımsı yiğitlik örnekleriyle yetiştirilmiş sıradan Alman halkına savaşın yersizliğini, kötülüklerini herkesin anlayacağı apaçık gerçekler olarak haykırıyordu. Eserlerine kimi edebiyatçılar ve büyük tenkitçiler dudak bükseler de, halk Remarque'ı okuyor ve savaşın ne olduğunu, savaştan kimlerin yararlandığını anlamaya başlıyordu.

Özgür düşünceye engel
O günlerde, sosyal demokratlar, komünistler, merkezciler ve daha birçok politik örgütün toplandığı Reichstag'da sürekli çekişmeler yaşanıyordu. 30 Ocak 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir. Seçimlerde salt çoğunluğu elde edemeyen Hitler, sol partilerin arasında işbirliği sağlanamaması sonucu iktidar koltuğuna oturmuştu. Bu başarıyı elde etmesinde Hindenburg ve Von Papen'in ağır endüstri krallarıyla yaptığı gizli anlaşma da önemli bir rol oynamıştı. Hitler'in ilk işlerinden biri özgür düşünceyi frenlemek oldu. Sola ve düşünürlere karşı başlattığı saldırılar da 'başarılı'ydı. Sayısız düşünür, sanatçı ve bilim adamı uyduruk nedenlerle tutuklandı. 10 Mayıs 1933'te bütün Almanya'da başlatılan ve haftalarca süren kitap yakma girişiminin amacı sadece insancıl, savaş karşıtı yazarlara gözdağı vermek değildi. İktidarda kalabilmek için tüm ülkede özgür düşüncenin dibine kibrit suyu dökmekti! O günlerde Almanya'da Heine, Freud, Marx, Seghers, Brecht, Zweig, Musil, Mann ve Remarque'ın kitapları dev ateşlere atılırken askeri orkestralar marşlar çalıyor, insanlar uluyordu! Bu kitap yakmanın eylemenin halka anlatılan gerekçesi, Alman kültürünü yabancı kirlenmelerden arındırmaktı. Kitapları yasaklananlar, ateşlere atılanlar Nazilere göre "Alman düşün dünyasının çöpü" yazarlardı.1935 yılında Hitler yönetiminin yayımladığı 'yasaklar listesi'ne göre tam 524 yazar zararlıydı! Toplam 3601 eserin Almanya'da yayımlanmasını ve okunmasını yasakladılar. Ne yazık ki Alman aydınlarının bir bölümü olup bitene ses çıkarmadı. Kitapların yakıldığı kentlerde çoğu üniversite profesörü, "Giderek artan Marksist girişimler, yıkım getiren Yahudi ruhu Almanya'yı tehdit etmekte" diye seslendi toplanan binlerce insana. Basında da pek karşı çıkan olmadı. Hatta birçok köşe yazarı Nazilerin 'kitap düşmanlığı'nı onayladı. Alman ruhuna ve edebiyatına bile bile ihanet edilirken basında, "Kentlerimizde göğe yükselen alevler, Almanya'nın yeniden uyanışının bir simgesidir" diye yazanlar oldu.

Düşünürlerin acı sonu
"Bugün kitapların yakıldığı yerde yarın insanlar da yakılır" diyen evrensel ve insancıl Alman şairi Heinrich Heine ilerde ne yazık ki haklı çıkacaktı. Sınır ötesine kaçamayan antifaşist düşünürler toplama kamplarının dikenli telleri arkasında yaşamlarını yitirdiler. Gaz odaları ve fırınlar çoğunun acı sonu oldu. Sınır ötesi ülkelere kapağı atabilenlerin çoğu savaş sonrasında da bir daha Almanya'ya geri dönmedi. 1933'ten sonraki yıllarda Nazi rejimi daha çok kahramanlığı ve savaşı konu alan bir edebiyat türüne özen göstermeye başladı. Nasyonal sosyalist dünya görüşünü destekleyen adı sanı pek duyulmamış yazarlar 1935'ten başlayarak Rayh Kültür Odası'nın desteğini aldı. Yazarlık mesleğini sürdürmek isteyenlerin bu odaya üye olması zorunluydu. Yine de Nazi rejimine direnen ve ülkeyi terk etmeyen Hans Fallada, Werner Bergengruen, Ina Seidel, Reinhold Schneider gibi yazarlar Hitler'i ve savaşı pek eleştirmeden o zor yılları çekildikleri köşelerinde geçirmesini bilmişti. 1933-1945 arasında Alman edebiyatı ölüdür, varlığından söz edilemez. 10 Mayıs 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir.

1 Nisan 2017

Adolf Hitler‘in Viyanası

TOPLUM Gazetesi, Nisan 2017
 AHMET ARPAD

Viyana'ya trenle gelip de Batı İstasyonu'nda adımınızı kente attınız mı kendinizi günümüzde değil onlarca yıl geride hissedersiniz. Gerek istasyon ve çevresi gerekse kentin merkezine doğru uzanan Mariahilfer Caddesi ve ona açılan sokaklar düşlediğiniz, filmlerden tanıdığınız romantik Viyana değildir. Genç Adolf Hitler, Viyana'nın bu semtine adım attığında 16 yaşındaydı. Doğup büyüdüğü küçük kentin sıkıcı havasından kurtulmak, başka şeyler görmek, yaşamak istiyordu. Dul annesinin verdiği cep harçlığı ile Viyana'da haftalar geçirdi. İnsanların çokluğu, geniş bulvarlar, binlerce otomobil, kamyon ve fayton onu şaşkına çevirdi. Viyana'nın tarihi yapılarına, kiliselerine, müzelerine, kahvelerine hayran kaldı. Başkentin cadde ve sokakları ışıl ışıldı. Evleri de elektrikle aydınlatılıyordu. Kavgacı babası öldüğünde Adolf 13 yaşındaydı. Ertesi yıl notları kötü olduğu için Linz ortaokulunu terk etmek zorunda kalmıştı. Annesine çok bağlıydı, babasını ise hiç sevmemişti.

Toplumun dışlamış olduğu insanlar
Amacı sanatkâr olmaktı! Güzel Sanatlar Akademisi'nin sınavlarına girmek için Linz'den Viyana'ya gelen genç Adolf istasyon yakınında, Mariahilf Caddesi'ne açılan Stumpfergasse 31 numarada, karanlık arka avluya bakan bir odaya yerleşir. Odasının penceresinden gökyüzü görünmez. Akademiye giriş sınavlarını başaramayan delikanlı, operadaki Wagner oyunlarını kaçırmaz. Kısa süre sonra Stumpfergasse'deki odasından ev sahibine borç takarak ayrılır ve birkaç sokak ötede, Felber Caddesi 22 numaradaki bir pansiyona yerleşir. Annesinin yolladığı harçlık ve çizdiği kartpostalları satarak geçinmeye çalışır. Sınavları da bir türlü başaramamaktadır. Birkaç ay sonra kaldığı pansiyondan da ayrılır. O günden sonra genç Adolf orada burada konaklar. Kimi zaman bir oda kiralar, kimi zaman pansiyonlara gider, kimsesizler ya da erkekler yurdunda da yatıp kalkar. Bu zor yaşamı tam 3 yıl sürer. Toplumun dışlamış olduğu insanlar arasında geçirdiği yaşam, genç Adolf'un politik dünya görüşünü giderek etkiler, onu radikalleştirir. Başarısızlığının ve sorunlarının nedenini kendinde değil başkalarında aramaya başlar. Suçladığı bu insanlar Adolf'un gözünde düşmanlarıdır. O yılların Viyana'sında Yahudi düşmanlığı başını almış gitmektedir. Adolf, çevresinin de etkisiyle çok kitap okumaya başlar. Çoğu antisemit içerikli, Yahudi sermayesinin gücünü anlatan kitaplardır. Günü gününe yaşayan, para sıkıntısı çeken, dostları toplumun ittiği insanlar olan bu genç için "tehlikeli" şeylerdir okuduğu kitaplar. "O yıllarda okuduklarım bugünkü bilgimin temelini oluşturmakta" diye yazar ileride Kavgam'da. İdeolojisinin temellerini Viyana yaşamında atar. Aşırı nasyonalist gazete ve dergilerde yazanları yutar. Bu arada Birinci Dünya Savaşı'yla ülkede monarşi sona ermiş, onlarca yıldır bir arada yaşayan etnik toplumlar bölünmüş, milliyetçilik ruhu kendini göstermeye başlamıştır. Artık Çekler, Polonyalılar, Macarlar ve Sırplar birbirlerini düşman görmektedir. İşte bu ortamda kavrulur genç Adolf! 14 Mart 1938'de Viyana'ya döndüğünde o artık gözü kapalı peşinden gidilecek bir "Führer"dir. Kahramanlar Alanı'nda coşkulu yüz binlere konuşur. Viyana'yı Türk işgalinden kurtarmış olan Prens Eugen'in heykelinin arkasındaki dev balkondan haykıran Hitler'i zavallı halk kös kös dinler! Aradan neredeyse 80 yıl geçti. Kıtamız batısından doğusuna yine ‘küçük insan'ı kandıran radikalçilerin elinde!