26 Şubat 2012

'Senin iyi günleri göreceğine eminim...'

Cumhuriyet 26.02.2012
SALZBURG
AHMET ARPAD

23 Şubat günü öğleye doğru eve gelen hizmetçi kadın yatak odasından hırıltılar duyar. Kocasının hemen çağırdığı doktor, Zweig çiftini yataklarında cansız bulur. Stefan Zweig giyimlidir, kravat takmıştır. Yanına uzanmış olan Lotte kocasına sarılmıştır. Doktorun ölüm kâğıdına yazdığına göre Lotte ve Stefan Zweig zehirli bir madde içerek -‘ingestao de substancia toxica, suicidio- yaşamlarına son vermişlerdi. Aynı günlerde Nazi yanlısı Salzburg eyalet gazetesindeki haberde, Bir mülteci yaşamı daha alışılmış şekilde sona erdi...satırları yer alıyordu. Stefan Zweig, savaştan kurtulmak için kaçtığı denizaşırı ülke Brezilyada savaşın kurbanı olmuştu... 1881 yılında Viyananın ünlü Schottenring Caddesindeki tarihi ve gösterişli bir yapıda başlamış olan yaşam, 1942 yılında Brezilyanın küçük dağ kenti Petropolisin Rua Gonçalves Dias 34 adresindeki bahçeli bir evde son bulmuştu. 

20. yüzyılın savaş karşıtı yazarları arasında çok önemli bir yeri olan Stefan Zweig, geçen hafta boyunca, ölümünün 70. yılında Uluslararası Stefan Zweig Cemiyeti ile Stefan Zweig Merkezinin düzenlediği çeşitli etkinlerle Salzburgda anıldı. Amerikalı rejisör Max Ophülsün 1948 yılında Zweigın Bilinmeyen Bir Kadının Mektubuöyküsünden beyazperdeye çok başarıyla uyarlamış olduğu filmi Sinema'da seyrettik. 15 yaşında çok genç bir kızın bir piyaniste olan karşılıksız aşkını anlatan bu şiirsel öykü, Zweigın en başarılı dönem eserlerinden biridir. Eski Viyanada geçen filmde başrolü oynayan Joan Fontaine gerçekten zor bu rolün altından çok başarıyla kalkmış. Zweigı sevenler ertesi gün de dev katedralin az ötesindeki Mozart Sinemasında düzenlenen büyük bir etkinlikte bir araya geldi. Yazarın İki Okyanus Arasındaki Saatadlı denemesinden uyarlanmış çok ilginç Panamabelgesel filminin yanı sıra, Brezilyadaki son yıllarında kaleme almış olduğu ünlü Satranç Oyunuadlı uzun öyküsünden 1960ta çekilen film de sunuldu. Zweig Merkezi Müdürü Dr. Renolder ve Avusturya televizyonu ORFin kültür programları sorumlusu Eichmann salonu dolduranlara ünlü yazarı değişik yönleriyle anlattılar. Hele tanınmış Zweig araştırmacısı Gerd Kerschbaumerin Salzburglu Zweig konuşması çok ilginçti!

Savaşlardan nefret ederimdiyen Stefan Zweig, her şeye hümanizmin penceresinden bakar. Dünya politikası 1933 yılında Nazilerin işbaşına gelmesiyle karışır, on binlerce sol görüşlü insan kamplara sürülür. Yakın dostu Joseph Roth o yıl Zweiga şöyle yazar: Çok büyük bir felakete sürüklendiğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak...Aradan daha birkaç ay geçmeden kitapları yakıldı, dostları Almanyayı terk etmeye başladı. Zweigın mutluluklar ve başarılarla dolu yaşamı sona ermişti. Sevdiği Salzburgdan ayrıldı, villasını biraz da Nazilerin baskısıyla satmak zorunda kaldı. Eşi Friderikeden boşandı. Haymatlos olması ona pek ağır gelmişti. Bitkiler gibi insanlar da köksüz uzun süre yaşayamazdiyen Zweig, 26 Mayıs 1940ta günlüğüne şu notu düşer: En iyisi insanın yanında hep küçük bir şişe morfin bulundurması.” Onlarca yıl sevmiş olduğu dünyanın kesinlikle bir daha geri gelmeyeceğine artık inanıyordu. Rio de Janeiro yakınlarındaki dağ kenti Petropoliste bahçeli küçük bir ev kiraladı. Orada her şeyi unutmak istiyordu. Fakat Avrupadan gelen haberler pek korkunçtu. Friderikeye yolladığı 22 Şubat 1942 tarihli son mektubunda şöyle yazar: Sevgili Friderike, bu mektup sana vardığında ben kendimi eskisinden çok daha iyi hissedeceğim. Senin iyi günleri göreceğine eminim. Bu satırları son saatlerimde yazıyorum. Kararımı verdiğim andan sonra kendimi nasıl da rahat hissettiğimi bilemezsin... Rahata ve mutluluğa kavuştuğumu öğrendin. Stefan.” 

İnsan ve yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. Dünyaca ünlü bu aydın hümanistin Hitler rejiminin dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir. Nazi faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri Zweigları ölüme sürüklemişti! Yirminci yüzyılın bu namuslu, insancıl ve iyi yürekli aydın yazarı, 23 Şubat 1942deki ölümünden bu yana hiç yitirmedi güncelliğini. Avusturyalı yazar, huzursuz yüzyılımızda düşünceleriyle her zamankinden daha çok geçerli!

Geçen hafta Salzburgda bazı güzel haberler de vardı: Petrópolisdeki Casa Stefan Zweig, 1 Haziran 2012 günü müze olarak kapılarını açacak! Uzun yıllar süren çabalar sonucunda gerçekleşen bu müze-evde yazarın arkasında bırakmış olduğu kişisel eşyalar, kitaplar, fotoğraflar, belgeler ve filmler sergilenecek. Anılarla dolu evde sergiler, sempozyumlar, film ve tiyatro gösterileri, okuma günleri ve konserler de düşünülüyor. Brezilyalı Zweig severlerin amacı nasyonal sosyalizmin kurbanı olmuş, ülkelerine sığınmış sanatçıları, düşünürleri ve bilim adamlarını burada anmak... 

www.ahmet-arpad.de

19 Şubat 2012

Toplum, ‘Ben bildiğimi yaparım’ diyenlere karşı!

Cumhuriyet 19.02.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiyeye sığınan Alman profesörlerinden biri de Stuttgartlı mimar Paul Bonatz idi. Türkiyeye kaçmasının nedeni Münih tren istasyonu projesini kendi kafasına göre değiştirmek isteyen Hitlerle anlaşmazlığa düşmesiydi. Anıtkabir projesinde uluslararası jürinin başkanlığını yapan Bonatz, yaşamını 1954’e kadar Türkiyede sürdürdü, ülkemizde birçok önemli projeye imzasını attı. Kent plancısı ve mimarı Bonatz’ın adı Almanyada iki yıldır dillerden düşmüyor. Onun önemli eserlerinden biri kabul edilen Stuttgartın 100 yıllık tarihi tren istasyonunu kısmen yıkıyorlar. Yeni istasyon yeraltına inşa edileceği için Bonatzın istasyonu da bir alışveriş merkezi olup, işlevini tamamen yitirecek. (İnsan Haydarpaşada ve Taksimde yapılmak istenenleri düşünmeden edemiyor!) Bugünkü 16 peronlu tarihi istasyonda her saat 40 tren durup kalkıyor. 

Bonatzın yapısı bugün bile Almanyanın en dakik tren istasyonu olarak ünlü! Yerin altına inşa edilecek istasyon ise sadece 8 peronlu! Yer üstündeki raylar kalkınca boşalacak araziye sadece milyonerlerin satın alabileceği kadar pahalı, lüks sayısız yapı kondurulup, projenin milyarlık kazanç kaymağını birilerinin yemesi sağlanacak! Nüfusu 480 bin olan Stuttgartta projeye karşı çıkan binlerce insan 2009dan bu yana aralıksız her pazartesi akşamı sokaklara dökülüyor. Stuttgart parkında, iki yüzün üzerinde tarihi çınar yeraltı istasyonuna yer açmak için yakında yok edilecek. 2010 güzünde bu ağaçların kesilmesini çimenlere oturarak engellemek isteyen genç, yaşlı insanları geri tepen binin üzerindeki polisin kaba kuvvet kullanması sonucu 450 kişi yaralanmıştı.  

Kentin altına ve Ulm yönündeki dağlara açılacak toplam 60 km.’lik tüneller, yöre arazisinin büyük bir bölümü kireçtaşından oluştuğu için suyla karıştığı anda büyük riskler taşıyor. Budapeşteden sonra Avrupanın ikinci büyük kaplıca kenti olan Stuttgartta bu projeyle şifalı yeraltı suları da büyük tehlike altına girecek. Bütün bunlar niçin mi yapılmak isteniyor? Bu projeyle Paris-Budapeşte arasında trenlerin daha hızlı çalışacağı söyleniyor. Ancak 10 milyar Avroluk Stuttgart-Münih bağlantısıyla iki kent arası 33 dakika kısalacakmış! Bugün hızlı trenler iki kent arasını 2 saat 19 dakikada alıyor. Elimdeki Devlet Demiryolları kaynakları ise 1991’de ilk kez sefere konan hızlı ICE trenlerinin Stuttgartı Münihe 2 saat 08 dakikada bağladığını kanıtlıyor. 1991den bu yana modernleştirilen süper hızlı trenler 20 yıl sonra daha hızlı gideceklerine acaba niçin daha yavaş gidiyor? Nedeni çok basit. Projeye karşı çıkan Almanya Tren Sürücüleri Sendikası, yazılı soruma verdiği yanıtta: Stuttgart-Ulm arasındaki rayların bakımına son on yılda yapılan yatırım hemen hemen sıfır olduğu için hattın büyük bölümünde ağır gitmek zorundayız açıklamasında bulundu. Nedenini sorduğum devlet demiryolları üst düzey yetkililerinden ise bir buçuk aydır çıt çıkmıyor! 
2020’de gerçekleşmesi istenen 10 milyar Avroluk çılgın demiryolu projesi insanları politikacılardan iyice soğuttu. Bonatzın tarihi istasyonunu kanatsız bir kuşa çevirmekte, çok riskli, altından kalkması gerçekten çok güç bir projeye olmayan milyarları yatırmakta inat edenler kenti ikiye böldü, insanlar politize oldu. Her hafta binlerin sokağa dökülmesi, politikacılardan hesap sorması, onlara kafa tutması iki küsur yıldır sürekli Almanya medyasında. Hakkını arayan, kimi şeylerin en son ana kadar kendisinden gizlenerek, ona pek sorulmadan, tepeden inme yapılmasına karşı koyan Stuttgart insanı bir ilki başardı sayılır! Son iki yıldır Almanyanın değişik yörelerindeki projelerde Ben bildiğimi yaparımdiyen, şeffalıktan kaçan yönetenlere artık karşı çıkan toplum hareketleri oluşmaya başladı. Bu gelişme Almanyada politikacıları, proje uzmanlarını, üst düzey devlet memurlarını, idarecileri huzursuzlaştırdı. İlerde birçok proje vatandaşa sorulmadan, tüm şeffaflığı ile masaya yatırılmadan pek gerçekleşmeyecek gibi. Belki böylece bazı yandaşların çıkarı uğruna ortaya atılan ve bu nedenle de halktan gizli tutulan projeler artık ölü doğacak! Stuttgart modeli toplumcu ideal Ben yaptım oldu kafa yapısını yıkmaya hazırlanıyor! Seçmen kuklalaşmak niyetinde olmadığını Stuttgartta 2009dan bu yana her hafta sokağa dökülerek kanıtlıyor! Sağcı Hıristiyan Demokrat Partinin geçen martta eyalet seçimlerini yitirip, 58 yıldan sonra ilk kez muhalefete düşmesinin en önemli nedeni bu çılgınprojeyi ne olursa olsun gerçekleştirmek istemesiydi! Yönetenler uyguladıkları acımasız buldozer politikasının altında kaldı...

5 Şubat 2012

‘Bombayı bavuluma koydum...’

Cumhuriyet 05.02.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD
Achim ellisine yaklaşmış. İriyarı, cüsseli, uzun mu uzun boylu. Mesleği ve uzmanlığı “insanların güvenliği”. Achim’i “yakın koruma” görevlisi olarak kiralamak mümkün. Mesleğinde son iki yılı dünyanın en büyük havaalanlarından Frankfurt’ta el bagajları kontrol noktasında güvenlik görevlisi olarak geçirmiş. Her gün, gece gündüz 150 bin, her yıl 56 milyon yolcunun bagaj kontrolünden geçtiği Frankfurt Havaalanı’nda bu yıpratıcı görevi yıllarca sürdürmek her yiğidin harcı değil. Achim de iki yıl dayandıktan sonra eski mesleğine dönmüş. Başından geçenleri anlattığı “Bombayı Bavuluma Koydum...” adlı kitabı tam bir kara mizah! Kırk milletten insanın kullandığı Frankfurt Havaalanı, Almanya’nın, Orta Avrupa’nın dünyaya açılan kapısı. Uluslararası 120 hava şirketi 110 ülkedeki tam 300 havaalanını Frankfurt’a bağlıyor. 72 bin insana iş veren bu “kent”e saat başı 90 uçak inip kalkıyor, yolcuların terminaller arasındaki bağlantısını sürücüsüz, otomatik çalışan küçük trenler gerçekleştiriyor. İşte böylesine dev bir dünyadaki görevine iki yıl zor dayanan Achim’in yaşadıklarının en ilginçlerini anlattığı 300 sayfalık kitabı okurken insan gülümsemeden edemiyor. Ne de olsa onun yaşadıklarının çoğu sık uçanlara hiç de yabancı değil! Neler çıkmıyor neler, yolcunun banda koyduğu ve X-Ray cihazlarından geçirilen yolcu el bagajlarından. Kirli iç çamaşırlardan şişeler dolusu içkilere, canlı hayvanlardan mutfak el aletlerine, salamlı sosisli sandviçlerden içi ölü külü dolu kavanozlara, tomar tomar banknotlardan seks aletlerine, seks oyuncaklarına... Bu tuhaf şeylerin uçağa almasının yasak olduğuna dikkati çekilen yolcuların ilk tepkileri de ilginç oluyor. Kimi habersiz rolünü oynuyor, kimi kavga çıkarıyor, kimi de “Siz benim kim olduğumu biliyormusunuz?” diye hava atıyor. Fakat hiçbiri de yasaklı eşyanın tartışmanın sonunda imha edilmek üzere büyük kutuya atılmasına engel olamıyor. “Bombayı bavuluma koydum” şakasını yapan “yürekli” ve ukala yolcu ise başına en büyük derdi alıyor. Sadece başı derde girmiyor, tatili de Frankfurt Havaalanı’nda sona eriyor. Achim’in karşısına böyle biri de çıkmış. “Bütün bavullar indirilip tek tek kontrol edildiği için uçak bir saatten fazla gecikmeli, tabii onsuz, havalanmıştı” diye anlatıyor Achim. “Sadece uçağın yerde kaldığı fazla süre o adama 2 bin Avro’ya mal olmamıştı. Hemen tutuklanıp savcı karşısına da çıkarılmış, gazeteler alay dolusu haberlerle bu adamdan söz etmişti. Ne ceza vermişlerdi bilmiyorum.” Ona göre en zor yolculardan söz ederken politikacıları unutmamak gerek. “Televizyonda sık sık gördüğünüz bir politikacının gerçekte nasıl biri olduğunu en iyi havaalanındaki güvenlik kontrol noktasından geçerken yaşayabilirsiniz” diyor Achim. Çoğunun suratı asıktır, mümkün olduğu kadar kontrol edilmeden hızla geçip gitmek isterler, bir şey söylediniz mi çabuk aksileşirler, üst perdeden bir yanıt verirler, cep telefonuyla konuşmalarını, yasak olmasına karşın sürdürürler. El bagajları kontrol noktasında güvenlik görevlisi olarak çalışan insan bir zaman gelir ki her şeyi unutur, hep aynı şeyleri söylemekten, hep aynı hareketleri yapmaktan robotlaşır. Ne kızıp öfkelenir ne de sevinip güler, kısacası duygusuzlaşır. Beyni saatlerce tek yönlü çalışır durur. Frankfurt Havaalanı’ndaki kontrol noktalarında 1700 güvenlik görevlisi çalışmakta. “Şeflerinin istememesine karşın kısa sürede aralarında gruplar oluştururlar... Doğulu doğulu, kuzeyli kuzeyli ile bir arada çalışmayı yeğler” diyor kitabında Achim. “Benim çok severek birlikte çalıştığım biri vardı, adı Mehmet idi. Ellisine merdiven dayamış olan Mehmet altı yaşında Almanya’ya gelmişti. Hiç heyecanlandığını, öfkelendiğini görmemiştim. Bu yıpratıcı görevi beş yıldır yapmasına karşın hep sakin kalmasını bilirdi. Onu kızdırmak pek mümkün değildi.” İşlerin az olduğu anlarda Mehmet ya çantasından bir kitap çıkarıp okur ya da Achim’e dünya politikasından ve tarihinden söz ederdi. “En çok ilgisini çeken konu da Hitler ve İkinci Dünya Savaşı’ydı...”

www.ahmet-arpad.de
www.mutluhaberler.com