22 Ocak 2012

Almanya'nın kayıp çocukları...

Cumhuriyet 22.01.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD
 
Günümüzde modern yaşam bilgisayarlar, cep telefonları, mesajlar, elektronik postalar ve TV kanalları arasında inanılmaz bir hızla sürüp gidiyor, modern yaşam insanı farkında olmadan kendine gittikçe daha çok bağımlı yapıyor. "Winner-Looser" (Kazanan ve Kaybedenler) kültürünün her geçen gün daha çok ağırlık kazandığı Almanya'da böyle bir günlük yaşamın getirdiği sorunların altından kalkamayan, yedisinden yetmişine bir sürü insan var! Batısının Doğusu ile birleşmesinden bu yana toplumsal sorunların büyük bir hızla arttığı ülkede milli gelirin yüzde ellisine nüfusun yüzde onunun sahip olduğu artık bilinen bir acı gerçek. Zenginle fakir arasındaki uçurumun gittikçe derinleştiğini yönetenler de kabullenmeye başladı. Resmi verilere göre Almanya'da 6 milyon çocuk ve genç fakir ailelerde yaşıyor. Bu sayı son on yılda ikiye katlanmış! Endüstri ülkeleri arasında Almanya "aile ve eğitim fakiri" listesinde birinci sırada. Fakir aile çocukları sorunlu yetişiyor, yetersiz gıda alması nedeniyle sağlıksız büyüyor, okulda başarılı olamadığı için de kötü bir geleceğe bakıyor. Fakir ana babalarla çocukları toplumdan dışlanıyor. Düsseldorf'taki Katolik Gençlik Sosyal Hizmetleri adlı kuruluşun hazırladığı "Almanya'da gençler arasında fakirlik" başlıklı geniş rapora göre yoksulluk sınırında yaşayan 18 yaşından büyük gençlerden yüzde otuz dokuzunun hiçbir okuldan diploması yok! Bu ülkenin geleceği olan çocuklar giderek daha genç yaşta "kötü yola" düşüyor. On iki, on üç yaşında sigaraya, içkiye başlayanların, kaba kuvvete başvuranların, polisiye olaylara karışanların sayısı her geçen yıl hızla artıyor, çoğu eyalette ikiye katlanıyor.

İşsiz, eğitimsiz yabancı gençler daha kolay kendini bu batağın içinde buluyor. Günlük yaşamın sürekli ağırlaşan koşulları altında ezilen ana babalar "eve nasıl ekmek getireceğim" diye çırpınırken çocuklarının doğal olarak terbiyesine ve eğitimine pek zaman ayıramıyor. Küreselleşmiş bir dünyada yaşam gittikçe hızlanırken koşulları da acımasız oluyor. Sürekli para ve başarı peşinde koşan kimi ana babaya çocuk zamanla yük olmaya başlıyor! Aile içinde yalnızlaşan çoğu çocuk içine kapanıyor, kendine arkadaşı virtüel dünyada arıyor. Geleceğin toplumunu oluşturacak bu genç insanlar arasında zamanla gerçek dünyayı dışlayanlar da yok değil. Üç yıl önce Stuttgart yakınlarındaki Winnenden küçük kentinde 16 insanı kurşuna dizen on yedi yaşındaki zengin çocuğu Tim K. de işte bunlardan biriydi! Doğru dürüst aile terbiyesi almamış çocukların okulda derslere, öğretmene ve arkadaşlarına uyum sağlaması da çok zor oluyor. Onlar ailedeki gerilimi ve kendi gerçekdışı dünyalarını okula da taşıyorlar.

Ünlü çocuk psikiyatrisi Michael Winterhoff'a göre günümüz Almanyası'nda artık ilkokullarda bile sınıflar sorunlu öğrencilerle dolu! İnsanların çocuklarına çocukluklarını yaşatamadığı ülkede evlilikler gittikçe daha kısa süreli oluyor, boşanmalar artıyor, doğumlar ise hızla geriliyor! Sadece 2010 yılında 190 bin insan boşanmış.
İstatistikler Almanya'nın bugünkü 82 milyonluk nüfusunun 2050 yılına gelindiğinde 68 milyona gerilemiş olacağı haberini veriyor.

Son on, on beş yılda özellikle gençler arasında sezilen olumsuz bir görüş var: "Özgürlük, sorumluluk ve erdem uğruna savaşım vermeye değer mi?" Bu çok ürkütücü bir gelişme.
Çünkü böyle bir kafa yapısıyla büyüyen yarının gençlerinden oluşan bir toplum gittikçe daha hızla düşlerini yitirir, gelişmesi duruşa geçer ve sonunda da insanları kendilerini bekleyen sorunları çözemez duruma gelir...
www.ahmet-arpad.de

8 Ocak 2012

Şapkacı kadının yaşam öyküsü

Cumhuriyet 08.01.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD
 
Başı önünde küçük lambanın ışığında dalgın dalgın çalışıyordu. Elinde kocaman iğne, loden kumaşından bir bayan şapkasının çevresine bant dikiyordu. Kafasından bin türlü düşünce geçiyor, gözlerinin önüne hep eskiler geliyordu. Aniden bir çıngırak sesiyle irkiliverdi. Dükkâna biri girmiş olacaktı. Elindeki değerli şapkayı yavaşça masanın üzerine bıraktı, ağır ağır ayağa kalktı ve atölye ile dükkânı birbirine bağlayan birkaç basamağı dikkatle indi.
Gelenler yaşlıca iki bayandı. Üzerlerindeki giyimden varlıklı birileri oldukları hemen dikkatini çekti. Bakışlarını dükkânın raflarını, camekânlı dolaplarını dolduran çeşitli renkte, desende ve stilde şapkalarda gezdiren müşterilerine ne arzu ettiklerini sordu. Kadınlardan, diğerinden daha varlıklı olduğunu sezdiği, torununun düğününde giyeceği bir şapka aradığını söyledi. Tezgâhın üzerine şık şapkaları yan yana dizdi. Müşteri kararsızdı. Hepsini teker teker eline aldı, evirdi çevirdi. Bir an önce karar verse de elimdeki işe devam etsem, diye düşündü dükkân sahibi kadın. Müşteri önünde dizili duran şık şapkaları giydi çıkardı, yanındakine sorular sordu durdu ve sonunda birini almaya karar verdi. Ancak çantasında yeterince para yoktu, kaparo bıraktı ve haftaya geleceğini söyleyip, çıktı gitti.

Trudel Gruber yine atölyesine döndü, kafasında binlerce düşünce işine devam etti. Son aylarda nedense sık sık geçmişi anımsamaya başlamıştı. Tam altmış yıldır buradaydı, sipariş üzerine kadın ve erkek şapkaları yapmış, eskilerini tamir etmişti. Karlsruhe'nin Werder alanındaki küçük dükkânında zaman durmuş gibiydi. Perdeler, dolaplar, masalar, koltuklar, aynalar, duvar kâğıtları geçmişi, bundan 50-60 yıl öncesini anımsatıyordu.

Trudel Gruber elindeki şapkayı bir kenara bıraktı, bakışlarını boşluğa dikip, anılarında daha da gerilere gitti. Bu mesleğe atıldığı genç kızlık yıllarını anımsadı. Babasıyla annesi Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Karlsruhe'ye yerleşmiş Avusturyalılar idi. Linz doğumlu babası Avusturya ordusunda terzilik yapmıştı. Karlsruhe'ye gelir gelmez bir terzihane açmış, işleri uzun yıllar çok iyi gitmişti. Fakat 1940 yılına gelindiğinde herkes gibi Gruber'lerin de yaşamı altüst olmuştu. Nazi yönetimi genç Trudel'i Karaormanlar'da bir cephane fabrikasına çalışmaya yollamıştı. Nişanlanmayı düşündüğü sevgilisini savaşın son aylarında yitirmiş, ülkeye giren Fransızlara esir düşmüş, haftalarını aç bilaç zindanlarda geçirmişti. Sonra, barış yıllarında bir terzinin yanında çalışmaya başlamış, 1951 yılına gelindiğinde de emekli olan patronu kadından dükkânı satın almıştı. Kısa süre sonra işleri açılmış, siparişlerin altından zor kalkmaya başlamıştı. Kimi yıllar yanında 5-6 eleman çalıştırmıştı. Dehşetli bir savaşı geride bırakmış insanlar artık mutluydu, ümit doluydu. Herkes elinden geldiğince giyimine kuşamına dikkat ediyordu. Kadınlarda ve erkeklerde bir şapka kültürü oluşmuştu. Yavaş yavaş kalkınmaya başlamış Almanya'da insanlar yine terzi elinden çıkmış giysileri yeğliyordu. Hiç kimse, kadını erkeği, başında şapka olmadan evden dışarı adım atmıyordu. Fakat sonra her şey gibi insanların zevki de yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Ve 1990'lı yıllara girildiğinde moda basitleşirken, zevkler de altüst olmuştu. Son yıllarda sokaklarda artık gittikçe daha az iyi giyimli, bakımlı insana rastlıyordu. Günümüzde kadınlar, erkekler değil şapka, şık kostüm, manto bile giymiyordu. Onun evinde ise dolabı hâlâ el dikişi giysiler, birbirinden değişik şapkalarla doluydu.

Kısa süre önce dükkânını bir mobilyacıya kiralamaya karar vermişti. Adam mart ayından sonra burasını depo olarak kullanacaktı. O ise sağlığı el verdiği sürece anasının, babasının ülkesi Avusturya'yı artık daha sık ziyaret edecek, hâlâ akrabalarının yaşadığı, insanların buradakilerden daha canayakın olduğu Salzkammergut yöresindeki Attersee kıyılarında dinlenecekti. Trudel Gruber birkaç ay önce 92 yaşına basmıştı...

www.ahmet-arpad.de