30 Ağustos 2009

Karaormanlar'ın uysal develeri...

Cumhuriyet Dergi 30.08.2009
AHMET ARPAD
STUTTGART
 
Wilhelm Breitling develerle tanıştığında yıl 1975'tir. Bir Kuzey Afrika gezisinde onlara âşık olur. Yöreye yaptığı gezileri sıklaştırır ve 1982 yılına gelindiğinde Hindistan'daki Thar Çölü'nü deve sırtında geçer. Kısa süre sonra da benzeri bir yolculuğu Büyük Sahara'da yapar. Bu sevginin sonu yoktur. Kendi gibi deve meraklısı 26 yakın dostuyla Fatamorgana adını verdiği deve derneğini kurar. Afrika'ya gider, Suudi Arabistan'da tanışlar edinir, 1994 ve 1996 yıllarında Kazakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden develer getirtir Almanya'ya, düzenlenen deve yarışlarına katılır ve 2002 yılına gelindiğinde Stuttgart'ın güneyindeki Nagold'da bugünkü çiftliği kurar.
 
Hava sıcak mı sıcak. Kimi develer yüksek ahırların serinliğine çekilmiş, kendini genç hissedenler öğle sıcağına karşın çayırları ve ağaç altlarını yeğlemiş. Wilhelm Breitling'in develerinin çoğu tek hörgüçlü. Bir köşede küçük çocuklar küçük develerle baş başa, onları okşuyorlar, bir-iki aylık yavrulara biberonla süt veriyorlar, kulaklarına bir şeyler mırıldanıyorlar, birbirlerinden hiç çekinmiyorlar. Az ötede başka çocuklar çift hörgüçlü develere binmiş gezintiye çıkmaya hazırlanıyor. Ormanda ve çayırlarda yapılan dört kilometrelik deve gezisi bir saat sürüyor. Deve çiftliğinde algılama bozukluğu olan çocuklara ergoterapi tedavisi de uygulanıyor. Çiftlik sahibi Breitling, "Deve iyi niyetli gibi görünür, fakat istedi mi de kafasına eseni yapar," diyor. "Deve köpekten çok kediye benzer."
 
3 milyon yıl önce Amerika'dan Asya'ya geçtiği tahmin edilen develer bundan 5 bin yıl önce evcilleştirilmiş. Çok dayanıklı bu yük hayvanından her kıtada yararlanılıyor. Sütü ve yünü de değerli. Hele genç develerin boyun altından elde edilen tüyler çabucak alıcı buluyor. Breitling'in çiftliğinde deve sütünden kremler, sabunlar, banyo losyonları satılıyor. Almanya'daki başka deve çiftlikleri Breitling'in elindeki bazı iyi damızlıkları satın alıyor. Sohbet sırasında, "2002 yılında 27 deve ile başlamıştım, şimdi 94 oldular," diyor. Aynı aileden develer küçük gruplar oluşturmuş. İçlerinde beyaz olanları da var. Daha yeni doğmuşlar analarının peşinden ayrılmıyor. Hele biri var ki, bakıcı kızın dediğine göre bugün ilk kez dışarı çıkmış. Ürkek. Sürekli bağırıyor, gruptan dğerleri yanına gelip, onu kokluyor. "Yatıştırmaya çalışıyorlar," diyor bakıcısı. Yeni bir grup daha temiz havaya çıkıyor. Tecrübeliler en önden koşar adım gidiyor, leziz otlar onları bekliyor. Kimisi ise hemen otlayacağına az ötedeki toprağa uzanıyor, sağına, soluna dönüp duruyor. Toprak banyosundan zevk aldıkları belli.
 
Karaormanlar'da develer. İlk kez gören gözlerine inanamıyor. Afrika'nın çölleriyle Arabistan yarımadasının kızgın kumlu tepeleri nire, güney Almanya'nın Karaormanlar'ı nire? Bu ormanlık yörede kışın aylarca kar kalkmıyor. Soğuk günler sıcak ahırlarda geçiyor, yazlar çamların, kayınların gölgesinde, yeşil çayırlarda... Bura develeri mutlu olmalı. Anavatandaki akrabaları işten işe koşarken, onlar Almanya'da keyif çatıyor. İş yok, güç yok. Ekmek elden, su gölden... 
 
www.ahmet-arpad.de

25 Ağustos 2009

Çevirmeni ve dostu: O gerçekçi ve romantikti

SABAH – Kültür-Sanat, 25.8.2009
 
Mario Simmel'in Türkçe çevirmeni ve aynı zamanda yakın dostu olan Ahmet Arpad, 1968 yılından bu yana Almanya'da serbest gazeteci, fotoğraf sanatçısı ve çevirmen olarak yaşıyor. Heinrich Böll'den Hermann Hesse'ye, Stefan Zweig'dan Thomas Bernhard'a dek pek çok yazarın eserlerinin de çevirilerini yapan Arpad'ın Karanlıkta Gölgeler ve Sakın Bize Benzemeyin adlı iki kitabı var. Arpad'a, Simmel'in yazar kimliğinin yanı sıra özel yaşamı ve dostluklarına dair de sorular sorduk.

- Simmel'in bunca sene sonra yeniden yayımlanıyor olması nasıl bir duygu?
- Simmel kitaplarının yeniden basılması, konuları hep güncel olduğu için okura bir kazanç, tabii benim için de güzel bir duygu. Simmel'in ele aldığı sorunlar yeni nesil okuru da ilgilendiren sorunlar. Sırada iki kitap daha var. Kitapları tekrar gözden geçirirken ise hiçbir değişiklik yapmadım. Şimdi tüm eserleri yeniden okurken, 70'li ve 80'li yıllarda olduğu gibi aynı heyecanı duyduğumu itiraf etmeliyim. Bence her kitabı değerli, çünkü hem sürükleyici, hem de öğretici.

- Simmel ile dost olduğunuzu biliyorum. Tanışma hikâyeniz nasıl gerçekleşti?
- Kendisiyle 1972'de Stuttgart'ta bir toplantıda tanışmış ve kendimi takdim edip, eserlerini çevirmeye başladığımı anlatmıştım. Bu tanışıklığımız ve sonrasında dostluğumuz ölümüne dek sürdü. Buluşup görüşmelerimizde sadece romanlarından söz etmezdik... Her iki yılda bir ağustosta çıkan romanları, Türkiye'de Altın Kitaplar'da eylülde çıkar, Frankfurt Kitap Fuarı'nda ilk çeviri olarak sunulurdu. Doğan Hızlan da o yıllarda Altın Kitaplar'ın editörüydü. Bu kadar çabuk çevrilmesi, yakın dostluğumuz nedeniyle, henüz çıkmamış romanı bana daha nisanda vermesiyle mümkün olurdu. Simmel ile 1973-2008 arası süren yakın dostluğumuz bir yazar-çevirmen tanışlığından öteye idi. Kimi yerde bir ağabey-kardeş, kimi yerde bir baba-oğul ilişkisiydi. Viyana, Münih, Stuttgart, Monte Carlo, Zug'daki buluşmalar, sohbetler, uzun telefon konuşmaları, yazışmalar havadan sudan değildi. İçerikleri politika, sanat, edebiyat olan heyecanlı düşünce alışverişlerini vefatından beş ay öncesine kadar sürdürmüştük.

- Simmel, özel hayatında nasıl bir insandı? Kitaplarında romantizm de mutlaka yer alıyor. Kendisi de romantik biri miydi?
- Mario Simmel, 70 milyon satmasına, her eseri filme çekilmesine karşın, öncelikle gösterişi sevmeyen, karşısındakini dinleyen alçakgönüllü biriydi. Simmel sol görüşlüydü. Küçük insanların yanındaydı. Hem çok gerçekçi hem de romantikti. Duygulu biriydi, kimseye kötülük yapamazdı, eli de açıktı...

- Onun eserlerini çok iyi tanıyan biri olarak kitaplarında öne çıkan meseleleri ve yazarlık tarzını nasıl tanımlarsınız?
- Mario Simmel ele aldığı toplumsal sorunları, macera, polisiye ve aşk kokteyli ile okura rahatça okutuyordu. Çoğu kez gerçek olaylardan yola çıkıyordu. Araştırmaları mükemmeldi, kaynakları güvenilirdi, yazmadan önce çoğu kez avukatlarına danışıyordu. Anlatımı akıcıydı, çoğu okur 500 sayfayı iki üç günde bitiriyordu.

- Ve Palyaçolarla Gözyaşları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
- Bu eserde anlatılanlar da gerçeklere dayanıyor. Simmel her zamanki gibi kadın kahramanlara ağırlık veriyor. Bırakın Yaşasınlar' a da dikkatinizi çekerim. Konusu yabancı ve Türk düşmanlığı olan kitap, yıllar sonra da ne yazık ki hep güncel.

- Simmel, 12 Eylül sonrası kitaplarının Türkiye'de yayınlanmasını yasaklatmıştı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- O dönemde izin vermemesine üzülmüş, fakat kendisine hak vermiştim. Ancak 2007'de yaptığım girişimlerle, eserlerinin Türkiye'de yeniden basılmasını kabul etmesini sağlayabildim.

- Siz şu aralar hangi projelerle uğraşıyorsunuz?
- Ben son iki yılda çeviri ağırlığını Stefan Zweig'a verdim. Ayrıca Papa suikastı üzerine bir belge eserle, Gana edebiyatından iki de roman çevirdim. Şu sıralar elimde yine iki Stefan Zweig öykü kitabı var. Biri 2009'un kasım ayında da çıkacak. Tabii Cumhuriyet'e de Almanya'dan pazar yazısı yollamaya devam ediyorum.

2 Ağustos 2009

Ankara'dan bir tren geldi...

Cumhuriyet Dergi 02.08.2009

AHMET ARPAD
STUTTGART
 
Karşımızda, ırmağın öteki kıyısında hangarlar, depolar, dev vinçler, küçük yük gemileri. Daha ötelerde kentin yeşil yamaçları. Keskin bir tren düdüğü. İnsanlar irkiliyor. Mayıs sonunda Haydarpaşa'da gördüğüm "Tiyatro Treni" şimdi Neckar ırmağı kıyısında ağır ağır ilerliyor, seyircilerin önünde duruyor. Ankara'dan yola çıkan trenin İstanbul, Bükreş, Novi Sad, Zagreb ve Freiburg'da mola verdikten sonra son durağı Stuttgart oldu. Geçtiği her ülkede yerel tiyatrolar bu proje için hazırladıkları oyunları kendi dillerinde sundular. Tüm eserlerin ana teması kaçış, yabancılık, vatansızların, istismar edilenlerin, mültecilerin, sürülenlerin Avrupa özlemiydi. "Orient-Express" projesi Stuttgart Devlet Tiyatrosu ile Ankara Devlet Tiyatrosu'nun ortak bir çalışması. Bu dev proje Romanya, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya devlet tiyatrolarının da katılımıyla gerçekleşti. Yirmi ülkeden kırk tiyatronun üye olduğu European Theatre Convention (ETC) da projeyi destekledi.

Şölenin önemli oyunlarından, "80 gün, 80 gece" adlı eseri Stuttgart Devlet Tiyatrosu sahneledi. Oyunda, Romanya'da Bangladeşli ucuz işçilerin Alman piyasası için diktikleri oyuncak ayı Teddy ile yoldaşı Kaplan'ın öyküsü anlatılıyor. Alman sınırında ikisinin de taklit olduğu ortaya çıkınca, ülkeye kabul edilmiyorlar ve parçalama makinesinin önüne atılıyorlar. Seyran adındaki iyi peri, 80 gün, 80 gece içinde kendilerini seven birini bulurlarsa kurtulacaklarını söylüyor. Önce Türkiye'ye, oradan da Balkan ülkeleri üzerinden İsviçre'ye uzanan maceralı yolculuk ne olursa olsun Almanya'ya girmek isteyen iki yoldaşın karlı Alp dağlarını kaçak geçmesiyle sona eriyor. Stuttgart Devlet Tiyatrosu'nun sunduğu "80 Gün, 80 Gece" inanılmaz bir tempoda oynanıyor. Oyuncular gibi neredeyse izleyici de nefes nefese kalıyor. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun "Ex-Press"i ise bambaşka bir oyun. Melodramı andıran melankolik bir sunuş. Bavullarıyla bir vagona sıkışmış insanlar doğudan batıya yola çıkmışlar. Sahip oldukları her şeyi geride bırakmışlar. Yanlarına aldıkları bavulları sadece umut dolu. Kaderleri ortak. Korkarak gidiyorlar umuda. Batı yolunda kazananlar olacak, her şeyini yitirenler de.

2009 yılının Mayıs ayında Ankara'dan hareket eden "Tiyatro Treni" batıya uzanan yolculuğunda geçtiği ülkelerin tren istasyonlarına bir "kültür heyecanı" getirmişti. Orient Express'in son durağı olan Stuttgart'ta bütün eserler on iki günlük bir tiyatro şöleni kapsamında tekrar sahnelendi. Uzunluğu 200 metreye varan bu tren kimi zaman Anadolu'ya da çıkıyor, Ankara'dan Tatvan'a kadar yol boyunca değişik oyunlar sergiliyor. Stuttgart Devlet Tiyatrosu'nun bir Ankara ziyaretinde doğan "Tiyatro Treni" sanatsal işbirliğinde doğu ve batı kültürleri bir araya geldi, sanatın sınır tanımadığın kanıtlandı.
 
Güneş batıyor. Bulutlar kızıla bürünmüş. Balkan müziği eşliğinde insanlar sohbet ediyor. İçkiler ellerde. Irmak kıyısında kocaman odunlar yanıyor. Sahneye fırlayan üç dansöz hemen eve gitmeyenlerin kanını kaynatıyor, coşanlar dans ediyor. Ilık bir Stuttgart akşamında her yaştan insan Orient Express'le keyiflenmiş. Keskin bir düdük sesi. Lokomotif ofluyor. Tren uzaklaşıyor, gözden kayboluyor... 
 
www.ahmet-arpad.de