23 Nisan 2006

Mozart'a kimse dokunamaz!

Cumhuriyet 23.04.2006
AHMET ARPAD
SALZBURG

Duruyor öyle. Omuzlarını hafif çekmiş, üşürmüş gibi bir hali var. Karlar üzerinde buz tutmuş. Üç metreye yakın boyu. Her görenin hoşuna gitmiyor, çoğu kişi onu böyle görünce öfkeleniyor. En çok da bu kentte yaşayan insanlar! Salzburg'un dar sokaklarından birinde yanınızdan geçene sorun: ''Markus Lüppertz'in Mozart heykeline nereden gidilir?'' diye. Adamın hemen suratı asılır. ''Dehşet bir şey, görmenize hiç gerek yok!'' der öfkeyle. Bir başkasının yanıtı da, ''Rezalet, tam bir küstahlık!'' olur. Bu modern bronz heykeli kentin tam göbeğine değil, kıyı köşe bir yere, Ursulinen Alanı'na koymuşlar. Bana kalırsa, Herbert von Karajan adını taşıyan ve otomobil parkını andıran alandan daha iyi bir yerde duruyor Salzburg'un bu ünlü çocuğu. Güzel biri değildi Mozart . Gözleri hafif patlak, çifte gerdanlı, cildi çiçek bozuğu, sürekli bir yerden bir yere huzursuzca koşuşturan, kimi zaman hoppa, kimi zaman duygulu yaşam sürdüren, yaşadığı sürece çevresinin pek anlamadığı içine kapanık biriydi... 35 yıl, 10 ay ve 9 gün süren kısa yaşamının ardından kavramıştı insanlar Mozart'ın yarattığı müziğin dünyayı değiştirecek güçte olduğunu. Yaşamının üçte biri yollarda geçmişti. 10 yıl, 2 ay ve 8 gün kentten kente, konserden konsere gidip durmuştu. Salzburglu'nun pek beğenmediği o heykel, bence yaşamı yarım kalmış, düşünceleri karmakarışık, alıngan, fakat güçlü bu insanı çok iyi anlatıyor. Bütün Avusturya, Mozart'ın 250. yaşını kutluyor. En çok da Salzburg! Yılbaşından bu yana turistler akmaya başlamış Salzach Nehri ile kayalık tepeler arasına kurulu bu güzel kente. Euro City Mozart ekspresine binip gelenler var, Wolfgang Amadeus Mozart Havaalanı'na inenler de var. Amadeus Oteli'ni yeğleyenler çoğunlukla Amerikalılar. Bizler de karlar içindeki Bad Tölz, Tegernsee ve Bechtesgaden'i arkada bırakıp, sınırın öte yanındaki bu kente günübirliğine yine bir uğrayalım demiştik. Nereye bakarsanız karşınızda hep o! Bira kadeh ve bardaklarında, ''Mozart- for-Men'' tıraş losyonlarında, tişörtlerde, poşetlerde, çantalarda, yuvarlak çikolatalarda, pastalarda, kemanı andıran özel yapım sosislerde, sayısız şarapta, birada, sert içkide, yemek tabaklarında... Her yerde o gülümsüyor! Bütün dükkânlar, lokantalar, barlar, kafelerde o karşılıyor sizi! Salzburg bu yıl tam bir kültür turizmi yaşıyor. Operalar, konser ve sergi salonları, tiyatrolar, kiliseler, alanlar, galeriler Mozart'la içli-dışlı... Kimler gelmiyor bu kente! Dünyaca ünlü, aklınıza gelen kim varsa Salzburg'da bu yıl. Mozarteum'da 5 Haziran saat 11'de Fazıl Say da Mozart sevenlerin karşısına çıkıyor. Kentin sokak ve alanlarını kocaman topları andıran, rengârenk yuvarlaklar doldurmuş. Mozart çikolatalarını anımsatan 80 adet top, 105 metre çapında. Bu sanat eserleri için sponsorların cebinden tam 700 bin Avro çıkmış! 17 Nisan'a kadar Salzburg'da, ardından da yıl sonuna dek Viyana'dan Stuttgart'a birçok Avrupa kentinde. Buraya kadar gelip de karşı kıyıya geçmemek, Kapuzinerberg'in yamaçlarına tırmanmamak olur mu? Mozart 18. yüzyılın ünlü Salzburglusu! 20. yüzyılın ünlüsü de tabii ki Stefan Zweig! Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında eşi Friderike ile geçirdiği yıllardır Zweig'ı edebiyatta doruğa tırmandıran. En güzel eserlerini, kente ve Salzach'a yukarıdan bakan o iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş bu villada yazmıştır. Az sonra yine aşağıda Linzer Sokağı'ndayız. Gabler birahanesinin penceresinde komponist Ferruccio Busoni' nin sözleri: ''Mozart çok şey anlatır, fakat hiçbiri fazla değildir!'' Mönchberg'in eteğindeki St. Peter Mezarlığı'nı da mutlaka görmek gerekir. Sanatçı ve bilim adamlarının mezar taşları bugün karlar altında. Mozart'ın kız kardeşi Nanerl, Haydn' ın küçük kardeşi Michael, Salzburg Katedrali'nin mimarı Solari bu çok romantik ve tarihi mezarlıkta. Salzburg 2006'da Mozart'la yatıp, Mozart'la kalkıyor. Kentli onu çok seviyor, kimseyi ona dokundurmuyor. Çünkü o, insanları birbirine bağlıyor. Sevilmez mi Mozart?
 
www.ahmet-arpad.de

2 Nisan 2006

Hitler’in kara tarikatı ve yitirilmiş gençlik

Cumhuriyet 02.04.2006
AHMET ARPAD
MÜNİH

Bad Tölz’e uzanan yol karlı. Yaşlı kadın başı önünde, bastonu elinde, karlara bata çıka yürüyor. Otobüsü kaçırmıştı. Bu havada bir sonrakini beklemeye hiç de niyetli değildi. Kafasında bin bir düşünce. Anılarında geçmişi yaşıyor. Yüzü dert ve hüzün dolu. Ötelerde Bad Tölz. İsar nehri kıyısındaki tarihi yapılar. Yol az sonra yokuş aşağı inmeye başlıyor. Sağa doğru bir viraj yapıyor. Karşıda kocaman bir yapı. Yaşlı kadın duruyor, gözlerini kapatıyor. Anılarında geçmiş... 
 
... “SS-Junker Okulu”nun kapısında nişanlısını bekliyor. Genç adam az sonra hafta sonu iznine çıkacak. Birlikte Bad Tölz’e inecekler, gezip tozacaklar, yemek yiyecekler. Nişanlısı yirmi yaşında. Uzun boylu, geniş omuzlu. Sarışın ve mavi gözlü. Görür görmez aşık olmuştu ona. Geçen yazdı. Çalıştığı çiftlikteki kızlarla bir pazar günü Bad Tölz’e dansa inmişlerdi. Büyük bahçede izne çıkmış genç askeri öğrenciler de vardı. Biri ötekinden yakışıklıydı. Sonra anlatmıştı diğer kızlar SS-Junker Okulu’na güzel olmayan gençlerin alınmadığını. Hepsi de sarışın, mavi gözlü ve çakı gibi olmalıydı. Berlin’den gelmişti kız bir yıl önce Bavyera’nın doğası eşsiz bu yöresine. Dağlar, tepeler,çayırlar... Çiftlikte çalışmaya yollamışlardı dört yıllığına. Almanya’nın tüm yörelerinden gelmiş genç ve güzel kızlar çevredeki köylülerin yanında tarlalarda, bahçelerde, ahırlarda canı gönülden çalışıyordu. Ülkelerinin kalkınması hepsinin ülküsü idi... Annesi üniversite öğretim görevlisi, profesör babası uçak mühendisi idi. Führer’e ve onun Almanya’yı güçlendireceğine olan inançları sonsuzdu. Nişanlısına aşık olduğunda on yedi yaşındaydı. Genç adam son haftalarda sık sık evlenmekten söz edip duruyordu. “Senden güzelini nereden bulacağım,” diye iltifatlar yapıyordu. Nişanlısının büyük çiftlik sahibi ana babası da: “Sizler birbirine yakışan çok güzel insanlarsınız,” diyordu. “Mutlaka evlenmeli, ülkemize güzel çocuklar armağan etmelisiniz!”.
 
... Yaşlı kadın gözlerini açıyor. Anılarından bugüne dönüyor. Sonra yoluna devam ediyor. Tren istasyonunun önünden geçip, kilise alanına sapıyor. Kocasının ölümünün 50. yılıydı bugün. Yakında, Tegernsee gölü kıyısında, şirin Bad Wiessee’de bir yaşlılar yurdunda kalıyordu. Otuz altı yaşında ölen kocasının ardından iki kızını tek başına büyütmüş, onları evlendirmiş, torun sahibi olmuş, kendisi ise bir daha hiç evlenmemişti... 

... Nişandan bir kaç ay sonra okulu bitiren kocasını hemen Berlin’e yollamışlardı. Kayınbabası artık çok mutluydu. “Bu vatana değerli bir evlat yetiştirmişim ben,” diye konuşup duruyordu. Altı ay sonra Berlin’den yazmıştı kocası: “Ben artık bir SS subayı oldum, hepiniz gurur duyun benimle!” Genç kadın sevinsin mi, üzülsün müydü? 
 
... Kilisenin hemen yanındaki Gasthof Zantl’ın kapısından içeri girdi. Cam kenarında bir masada oturuyordu Else. Kocasının kız kardeşi hâlâ Bad Tölz’de yaşamaktaydı. Yetmiş beş yaşında güzelliğini yitirmemiş, dinç görünümlü bir kadındı. Masaya sokulan yengesini gurur dolu, sert bakışlarla süzdü. Birlikte yemek yiyecekler, ölüm gününde kocasını anacaklar, şerefine kadeh kaldıracaklardı... 
 
... Genç adamın ilk görevi doğu cephesinde olmuştu. Aylarca haber alamamıştı ondan. Kaynanası arada sırada: “Polonya’da sanırım,” derken gülümsüyor. “O ve arkadaşları en önde çarpışıyor bu vatan için”. Çalıştığı çiftlikte diğer kızlar ona hem acıyor, hem de kocası SS subayı olduğu için onunla gurur duyuyordu. Ancak çiftçinin büyük oğlu son zamanlarda bir tuhaf bakmaya başlamıştı. Sonunda günün birinde yanına sokulmuştu: “Kocanın ne yaptığından haberin var mı senin?” Sesi oldukça sert çıkmıştı. “O görevi gereği insan öldürüyor. Kimseye acımıyor senin kocan.” Şaşırmış, dili tutulmuştu. “SS’ler ölüme gider, onlar asker değil, savaşçıdır. Gözleri ölümden başka bir şey görmez!” Adam bir şeyler daha söylemişti. Kulakları duymuyordu genç kadının. “Hitler’in kara tarikatı... Nasyonal-sosyalist ırk düşüncesine inanan ölüm robotları...” 
 
... “Yaşasaydı şimdi 86 yaşında olacaktı,” diye konuştu. Görümcesi bir tuhaf baktı suratına. “Onun gibi cepheden cepheye yollanan birinin daha önce ölmediğine şükredelim,” diye mırıldandı. Polonya’dan dönüşünde evlenmişlerdi. Eşi sekiz ay sonra cepheden geldiğinde genç kadın hamileydi. Genç adam bu kez çok yorgun, suskun ve keyifsizdi. Yıllar sonra yaptıklarından pişmanlık duyduğunu anlatmıştı: “Bizler gençliğini yitirmiş insanlarız...” Savaşın son yıllarına doğru partiye üye olmadı diye Naziler babasını da bir kenara atmışlardı. Adamcağız zamanla içine kapanmış, zayıflayıp erimişti. 1944’ün Kasımında tank birliği ile Finlandiya’ya yollanan kocası kısa süre sonra karnından ağır yaralı geri gelmişti. Fakat biraz iyileşir iyileşmez bu kez de İtalya’da bulmuştu kendini. Savaşın son haftalarında orada esir düşmüştü. Almanya artık doğudan ve batıdan sarılıyordu. Ruslar Berlin’e girmeden az önce babası ile annesi kıyısında yaşadıkları Müggelsee gölüne açılmışlar ve intihar etmişlerdi. Bir hafta sonra da kocasının Bad Tölz’deki ana ve babası samanlıkta asılı bulunmuştu. Bavyera’ya giren Amerikalılara teslim olmak istememişlerdi. Kocasına gelince, o son yıllarını sürekli hastanelerde geçirmişti. Finlandiya cephesinde yediği Rus kurşunundan zedelenen bağırsakları bir türlü iyileşmek bilmemişti. Ağrıları giderek arttığından morfin vermeye başlamışlardı. Günün birinde odasında ölü bulunduğunda otuz altı yaşındaydı. Yaşamına kendi eliyle son vermişti....
 
...Yaşlı kadın nefes almak istiyordu. Masadan kalktı. Görümcesini şöyle bir selamlayıp, dışarı çıktı. Karlar içindeki ana caddede nehre doğru yürüdü. Az sonra İsar üzerindeki köprüde durmuş, köpüre köpüre akan azgın suları seyrediyordu.

www.ahmet-arpad.de